7 Güzel Adamdan Biri

“Kudüs Şairi”nin Ardından – Yeni Şafak

  • kudus şairinin ardından Akif Emre

Akif Emre Yeni Şafak
“Kudüs Şairi”nin Ardından
Şairdi, edebiyatçıydı ama kavga adamıydı. Örgütçüydü. Bir gönül adamıydı. Ve hepsinden önemlisi benim için Kudüs şairi idi.

Yıl 1979… Ankara’da bir apartman dairesinin yanılmıyorsam giriş katında bir dergi toplantısı yapıyoruz. Âkif İnan’ın evindeyiz. Daha başka birkaç edebiyatçı ağabey var… İstanbul’dan alelacele gelmiş iki genç olarak o dönemin fırtınalı atmosferini üstümüzde taşıyoruz.

Çıkaracağımız bir gençlik dergisi için fikirlerini almak, mümkünse birer haftalık yazı yazmalarını isteyeceğiz. Heyecanlıyız, çözüm arayışları içindeyiz. Akif İnan’la ilk defa o zaman yüz yüze görüşmüştüm. Tok sesli ve bulunduğu ortama hakim bir edası vardı.

Gerek Akif İnan’ın, gerekse evde bulunan diğer birkaç ağabeyin bize gösterdiği ilgi benim için beklenmedik bir şeydi. Ne yapacakları belli olmayan, heyecanlı, adeta dünyayı yeniden kurmak isteyen bu iki genç adama saatlerce zaman ayırmış, ilgi göstermişlerdi. Hatta yazı konusunda söz bile almıştık. Bu bizim için çıkaracağımız derginin prestiji demekti.

Akif İnan, söz verdiği gibi fırsat buldukça yazı yazdı. Arkadaşlarına da destek olmaları, yazı yazmaları için teşvik etti. Örgütçü bir yanı olduğu hemen belli oluyordu.

Oysa ben onu çok daha önce edebiyat dergisi yayınlarından çıkmış, dar ebatlı (edebiyat dergisi yayınlarına özgü bir tarz, Nuri Pakdil bu biçimi yıllarca korudu yayınladığı kitaplarda) şiir kitabından tanıyordum: Hicret.

Daha sonraları birkaç dost meclisinde İstanbul’da bir araya gelme fırsatım olmuştu Türk Ocakları’nda çalışırken Hamdullah Suphi Tanrıöver’den dinlediklerini aktarmıştı bir defasında. Özellikle Tanrıöver’den aktardığı, bire bir M. Kemal’e dair tanık olduğu olaylar ilginçti. Akif İnan ikinci isimdi aktardıklarında; bir tarihe şahit olduğumu hissediyordum, yazılmamış bir tarihe. O akıcı üslubu ve tok sesiyle hep kitlelere hitap eder gibi gelirdi bana.

Henüz Kudüs yolculuğunun izlerini üstümden atamamıştım. Evvelki gece televizyonda geç vakitlerde Hakk’a yürüdüğünü duyunca içimden bir şeyler koptu. Oysa daha bir hafta evvel Tel Aviv’de bizi iftara davet eden ev sahibi bana “Akif İnan çok rahatsız. Kanser olduğu söyleniyor, haberiniz var mı?” diye sormuştu. Onca isim arasında neden Akif Hoca’yı sormuştu? İsim benzerliğinin verdiği bir çağrışım mıydı? Kudüs’e yakın bir mekanda, Kudüs’ten iftar için geldiğimiz bu şehirde Kudüs şairini mi hatırlamıştı?

Ben hâlâ Kudüs’ün etkisindeyken, Kudüs’le ilgili metinler yazmakla meşgûlken aldığım bu ölüm haberi beni tekrar dergi çıkarmak için evine vardığımız geceye götürdü. Bir edebiyat dergisi olmadığımız halde bize ilk defa yayınlanmak üzere Mescid-i Aksa isimli bir şiirini vermiş olmasına ne kadar sevinmiştik. “Mescid-i Aksa’yı gördüğüm düşümde/Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu/Varıp eşiğine alnımı koydum/Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu.”
“Şimdi kimsecikler varamaz yanıma/Mü’minlerden yoksunum tek ve tenhayım/Rüzgarlar silemez göz yaşlarımı/Çöllerde kayıp bir yetim vahayım.”

Ve şiir böyle devam ediyor.

Şairdi, edebiyatçıydı ama kavga adamıydı. Örgütçüydü. Bir gönül adamıydı.

Ve hepsinden önemlisi benim için Kudüs şairi idi.

Allah rahmet eylesin. Onun vuslatı gibi Kudüs’ün vuslatı da yakın olsun.

0 Cevap

Bir ileti Gönderin