7 Güzel Adamdan Biri

Toprağın Babası

Tahlil edilen şiir adı: İbrahim Demirci
Tahlili yapan: Medeniyetin Burçları
Yayın yeri ve tarihi : Nisan 2004-Kayseri

AKİF İNAN’IN BİR ŞİİRİ:
TOPRAĞIN BABASI

Eylemin o önder çocuğu büyür
Evrenin sebebi en soy ellerde

Alnında sürekli secde gülleri
Sevgi donanması denizlerinde

Yağmur olsun diye saçar göklere
Ellerinde biriken dualarını

Ve nur yatağında kılıçla bekler
Sonsuza açılan hicret aşkına

Bilge anahtarı has neslin kökü
Zülfikar çağlardan çağlara nehir

Toprağın babası kucakta uyur
İki güzel iki kumru iki er

Kıyanın hesabı nicolur bilmem
Dinmeyen bir hüzün bir kandır sızar

(Hicret, s. 54-55, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara, 1974)

Biçim:
Toprağın Babası adlı şiir, yedi beyitten oluşur. Bu hâliyle Divan şiiri biçimlerinden gazeli andırmakla birlikte, ölçü, 11’li hece ölçüsüdür. Dizelerin çoğunda 6+5 durak düzenine uyulduğu görülür. Bu noktada İslâmî Türk edebiyatının ilk ürünü olarak bilinen Kutadgu Bilig’den, bu edebiyatın en yaygın eserlerinden Mevlid’e kadar aruz vezniyle yazılmış birçok eserde seçilen kalıpların 11 heceli olduğunu hatırlatalım. Demek ki bu ölçü, Türk şairinin ve dolayısıyla okurunun sevdiği, yeğlediği ölçülerin başında gelmektedir, diyebiliriz.
Şiirin kafiye düzeni, bilindik düzenlerden herhangi birine uymamaktadır. Ancak, bütün beyitlerde aliterasyonlar ve asonanslarla sağlanmış bir ses örgüsü, çok yönlü bir uyumu, içsel bağlantıları hissettirir. Bu hem her beytin kendi içinde, hem de beyitler arasında gözlenebilen bir uyumdur. Sert ve yumuşak ünsüzlerin, düz ve yuvarlak ünlülerin dizilişleri, kimi seslerin yinelenişleri, dize sonlarında görmeye alışık olduğumuz kafiyeleri aratmayacak bir zenginlik gösterir.
Beyitler arasında anlam bağı bulunmakla birlikte, her beyit kendi içinde bir bağımsızlık da taşır. Bu özellik de Akif İnan şiirinin geleneğe bağlı yönlerinden biridir.
İçerik:
Şiirin adı ve bu adın yol açacağı çağrışımlar, İslâm tarihi bilgisini gerektirmektedir.
“Toprağın Babası”, Hazreti Ali’ye verilen çeşitli lâkaplardan biri olan “Ebû Türâb”ın Türkçesidir. Bilindiği gibi Hazreti Ali, “Esedullah” (Allah’ın Aslanı), “Ebül’l-Hasan” (Hasan’ın Babası), Haydar (Aslan), el-Murtazâ gibi isimlerle de anılmaktadır.
Toprağın Babası’nın tercih edilmesi, ona bu lâkabın verilişini olduğu kadar, yaratılışımızın temelinde bulunan toprağı ve onun bütün çağrışımlarını da düşündürmektedir. Bir gün Peygamber Efendimiz, kızı Fatıma’nın evine gidip dâmâdı Ali’yi sormuştur. Mescidde olduğunu öğrenince mescide varan Peygamber, Ali’yi orada toprağa bulanmış bir hâlde uyur bulmuş ve ona: “Kalk, ey Toprağın Babası, kalk!” diye seslenmiştir. Bu sesleniş, bu yeni lâkap, Hazreti Ali’yi mutlu etmiştir.
Şiirin ilk beyti, Hazreti Ali’yi “eylemin o önder çocuğu” olarak tanımlamaktadır. Hazreti Ali, Müslümanlığı benimseyen ilk çocuk olarak tarihe geçmiştir. Amcasının yanında daha dokuz on yaşlarında bir çocukken İslâm çağrısına uymuş, ilk namaz kılanlardan olmuştur. Sonraki yıllarda da bu önderlik, savaş meydanlarında, vahiy kâtipliğinde; Evs’in, Hazrec’in, Tay kabilesinin putlarını kırmakta, Hayber’in kapısını açmakta, kendisinden önceki üç halife ile ilişkilerinde, halifeliğini tanımayan Muaviye ile savaşında, Hâricîlerin aşırılıklarını bastırmada hep örnek alınacak bir yücelik taşımıştır. Çünkü o, çocukluk döneminden başlayarak, dersini Eylemin Önderi Peygamber’den almıştır. Şair “Evrenin sebebi en soy eller” derken Peygamber’i hatırlatmakta, “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” kudsî hadisine telmihte bulunmaktadır. Ayrıca “soy eller” tabiri, Peygamber’in “Mustafa” ismindeki saflığı, arıtılmış olma niteliğini hatırlatmaktadır.
“Alnında sürekli secde gülleri” dizesi, secdenin toprağa yüz sürmekle geçekleşmesi dolayısıyla toprakla bağlantılığı olduğu gibi, güllerin topraktan yetişmesini de düşündürmekte, hemen ardından gelen “Sevgi donanması denizlerinde” dizesi ise dört unsurdan biri olan “su”yu karşımıza çıkarmaktadır. Allah’a kulluğun doruğu olan secde, alında güller hâlinde belirirken denizlerde sevgi donanması donatacaktır. Çünkü, Allah’a boyun eğiş, insanlığı tüm köleliklerden kurtaran bir özgürlük seferinin başlangıç noktasıdır. Sevgi, asıl anlamını özgürlük içinde kazanır. Maddenin, iktidarın, servetin zincirleriyle bağlananlar insan sevgisini de, o sevginin somutlaması olan secdedeki yücelişi de anlayamazlar. Hazreti Ali’nin hayatında denizlerin pek de yer almadığına bakılarak bu dizede sözü edilen denizlerin, bilgi ve hikmet denizleri ya da bir deniz enginliği ve genişliği taşıyan gönül olduğu düşünülebilir.

Yağmur olsun diye saçar göklere
Ellerinde biriken dualarını

Bu beyitte çizilen devinim, Hazreti Ali’nin fizikötesiyle ilişkisini, bu ilişkinin neredeyse olağanüstü diyebileceğimiz niteliğini çok canlı bir biçimde tasvir etmektedir. Dua, sanki gönülden geçen ya da dilden dökülen istekler ve sözler olmaktan çıkmış, avuçta biriken somut bir nesneye dönmüştür de Toprağın Babası, onu –dikkat!- yere değil, göklere saçmaktadır. Ve o dualar bulut tohumları gibi yeşerip gökten yağmur olarak geri döneceklerdir. Toprak ve onda yaşayan her şey ve herkes yararlansın diye…Toprağın Babası’nın manevî yetkinliği, böylesine göz kamaştırıcı bir yetkinliktir.

Ve nur yatağında kılıçla bekler
Sonsuza açılan hicret aşkına

Mekke’den Medine olmayı bekleyen Yesrib’e, arkadaşı Ebubekir ile birlikte Peygamber’in hicreti sırasında, onun yatağında Hazreti Ali yatmış, kapı önünde bekleşen müşrikleri böylece oyalamıştır. Bu hâdisenin hatırlatıldığı bu beyitte “nur yatağı” ve “Sonsuza açılan hicret” tanımlaması, hicretin tarihsel boyutunun ötesinde, metafizik boyutuna dikkatimizi çekmektedir.
“Bilge anahtarı has neslin kökü” dizesinde “Bilge anahtarı” sözü, Hazreti Ali için Peygamber Efendimiz’in buyurduğu “ilim beldesinin / hikmet evinin kapısı” tanımlamasını; “has neslin kökü” ifadesi de, Peygamber soyunun Hazreti Ali ile Hazreti Fatıma’nın çocukları yoluyla devam ettiği gerçeğini işaret etmektedir.
“Zülfikar çağlardan çağlara nehir” dizesinde yapılan tanım, Hazreti Ali’nin ünlü kılıcını, kâfir kellesi uçuran bir silâh olmaktan öteye taşımakta; insanlara hayat, bereket, adalet ve saadet taşıyan ve canlılığını hep koruyan sürekli bir kaynak olmak mertebesine çıkarmaktadır. Bu yaklaşım, kılıcın ve savaşın İslâm inancında ve eyleminde sahip olduğu ve koruması gereken diriltici vasfını hatırlatmak bakımından çok önemlidir.

Toprağın babası kucakta uyur
İki güzel iki kumru iki er

Bu son dizede isimlerini bizzat Peygamber Efendimiz’in koyduğu “şerif”lerin atası Hasan (Güzel) ile “seyyid”lerin atası Hüseyin (Güzelcik), hem isimlerinin anlamı ile (iki güzel), hem uzaktan da olsa “çifte kumru” deyimini hatırlatan bir teşbih (iki kumru) ile, hem de yiğitlik vasıflarıyla (iki er) anılmaktadır. İkisini birlikte ve böyle anışta, İslâm tarihinde derin ayrılıklara yol açan elim Kerbelâ vak’asından sonra ortaya çıkan yaraları sarmaya, yarıkları kapamaya yönelik bir arzunun gizlendiğini düşünebiliriz.
Şiirlerin son beytinde şairler mahlâslarını, âşıklar tapşırmalarını söylerler. Âkif İnan, Divan şairleri ya da halk ozanları gibi davranmamıştır ama “Kıyanın hesabı nicolur bilmem” derken, özellikle “bilmem” sözcüğüyle kendini ortaya koymuştur. Bu dizede “nice olur?” sorusu “nicolur” biçimine girerken hem ölçünün gereği -11 hece- yerine getirilmekte, hem de halk söyleyişinin tercih edilmesiyle Hazreti Ali’nin ve oğulları Hasan ile Hüseyin’in, hele Hüseyin’in şehid edilişlerinin halk hâfızasındaki yankısı ile şairin sesi birleştirilmektedir. “Kıyanın hesabı” ifadesi, ilk bakışta Hazreti Ali’yi zehirli hançeriyle vuran Hâricîlerden Abdurrahman b. Mülcem’in hesabı şeklinde anlaşılabilir. Ancak bu ifade “kıya’nın hesabı” şeklinde de okunabilir ve bu durumda ortaya çıkan “cinayetin hesabı” anlamı, cinas tevriye karışımı bir söz sanatına yol açar.
Şiirin son dizesi olan “Dinmeyen bir hüzün bir kandır sızar” cümlesi, “tarih”i ve “toprak”ı bugüne taşır ve Toprağın Babası’nı çağımızın da bir kahramanı olarak algılamamızı sağlar.