7 Güzel Adamdan Biri

Öğrenci Dernekleri

ÖĞRENCİ DERNEKLERİogrenci

Türk Ocağı’nda önce kütüphane sonra merkez müdürlüğü yaptı. Osman Turan Hocayı, Emin Bilgiç Hocayı,  Tahsin Banguoğlu Hocayı, Kasım Arvas Hocaefendiyi, Asker Filozof Dündar Taşer’i, Yakın tarihimizin şecere alimi Lutfi ikiz’i ve daha nice nice kendi alanında iz bırakmış seçkin zevatı orada tanıdım.

Türk Ocağı günleri çok renkli günlerdi. Mesai bitiminde Nuri Pakdil’le Kızılay’da buluşur, doğru Türk Ocağı’na giderdik, Fethi Gemuhluoğlu eğer Restoran Cevat’ta yahut Milka’da buluşmamızı istememişse veya bir başkasıyla randevusu yoksa o da gelirdi Türk Ocağı’na. Bazen orada geç vakitlere kadar oturur, bazen da Gençlik Parkı’nda kısaca “Söğüt” dediğimiz bir çay bahçesine çıkardık.

Ankara Türk Ocağı binası Cumhuriyetin ilk yıllarında belli bir üslupla şehre kazandırılmış üç beş binadan biridir. içinde; klasik tarzda çok güzel bir tiyatro salonu, kütüphane salonu, konferans salonu, çok amaçlı kullanılabilecek sergi alanları, denetim ve diğer hizmet odaları vardır. Binanın ön cephesinde, mermer merdivenli ana giriş kapısının üstüne düşen, binanın alnını teşkil eden kısmın en üst katında, bir salon ve buraya açılan üç adet dinlenme odası vardır. Akif İnan bu salondaki masanın üzerinde daima hazır yiyecek kabilinden bir şeyler bulundurur, taşradan gelen “ağır” konuklardan ihtiyacı  olanları, dinlenmeleri İçin bu odalara çıkartırdı. Özellikle Üstad Necip Fazıl Ankara’ya geldiğinde öğle sonu İstirahatını kaldığı otelde değil, burada yapmayı tercih ederdi. Bunlardan birinde Üstad neşe içinde merdivenleri inerek, kendisini bekleyen bizlere “Nasılım çocuklar?”diye sordu. Aslında Üstad bu soruyu yeni karşılaştığı her yakınına sorardı. Ama bu defa soruşunun dahası vardı; kollarını yana kaldırıp yumruklarını sıkarak adeta güç gösterisi yapıyordu, “Allah esirgesin üstadım çok iyisiniz!” diye karşıladık Her zaman olduğu gibi. Üstad Akif’e yönelerek; “Sevgilim yukarıda bir şişe tahin buldum, hepsini içtim, harikaydı, sabaha kadar konuşabilirim!” Üstadın sabah kahvaltısında sade kaymak yediğini biliyorduk. Kahvaltı yapacağı zaman ona göre tedarikli olurduk. Ama sade tahin sevdiğini yeni öğrenmiştik Şeker hastası olduğu için bal, pekmez, reçel gibi şeylerden uzak dururdu. Çayı da şekersiz içerdi. Tatlandırıcı da kullanmazdı.

Üstadın gene Türk Ocağı’nda böylesine dinlendiği bir gün yukarıdan feryat edercesine “çabuk buraya birisi gelsin diye bağırdığını işittik. Akif hemen koştu. Bir süre sonra gözlerinin içine de yansıyan o harika gülümsemesi ile geldi. “Hayrola! Ne varmış?” diye sorduk. Akif keyifle anlattı; “Yukarıda divanın yanındaki sehpada bir sustalı bıçak vardı. Üstat bunu incelerken bıçak şırak diye açılmış, fakat ne kadar uğraştıysa bıçağı bir türlü geri kapatamamış. Mesele bu!”

Türk Ocağı günleri ile ilgili bir anektod daha anlatayım. Bitlis’ten Hikmet Kuşçu Akif’e bir teneke kavurma gönderdi. Kavurma ama ne kavurma! Ben kendi payıma dünyada öylesine bir lezzet tanımamıştım. Kavurma değil cennet taamı mübarek Ayrıca o kadar yumuşak bir et ki, çiğnemeye hiç gerek yok dilinin üstüne koysan eriyor. Hem yiyor hem tartışıyorduk bu et ne eti olabilir diye. Nuri Pakdil askerliğini Bitlis’te yapmıştı; hem de. oradaki askeri birliğin muvazzaf hakim ve savcısı olmadığı içinbazen hakimliğe bazen savcılığa vekalet ederek! Orada lakabı “Kadı” imiş. Etin cinsine dair tartışmada hükmü bastı. “Bu Keklik Kavurmasıdır!” Karar verilmişti, bitinceye kadar hem bizler o niyetle yedik hem de Üstat Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu gibi büyüklerimize de kekik kavurması diye sunduk. Kimsenin bir itirazı olmadı. Bir zaman sonra Hikmet Kuşçu Ankara’ya geldiğinde “Ağabey o kavurmayı yapmak için o kadar kekliği nerden buldun” diye sorduğumda güldü: “İki gözüm efendim; keklik kavurması olur mu? O dört ay bahçemde beslediğim kuzuların kavurması idi. Bütün marifet onun yapısındadır!”

Akif İnan’ın merkez müdürlüğü döneminde, Türk Ocağı’nın faaliyetlerinde öteden beri sürüp gelen milliyetçi çizgisinin yanında, İslami tonda ağırlık kazanmaya başlamıştı. Gerek oraya uğrayanların İslami kimlikleri gerek Necip Fazıl Kısakürek’in konferansları bazı mahfillerin dikkatini çekmiş olacak ki, ilk önce dernek yönetimini ele geçirme mücâdelesi başlatıldı, arkasından da o güne kadar Türk Ocakları Derneği’nin faaliyetlerine tahsis edilmiş bulunan tarihi bina Süleyman Demirel’in Başbakanlığı sırasında tabiri caizse devletleştirildi! Şimdilerde Kültür Bakanlığı emrinde kullanılıyor sanıyorum.

 

ERDEM BAYAZID