7 Güzel Adamdan Biri

Akif İnan ve Urfa – Yeni Şafak

  • Rasim Özdenören

08.01.2006 Rasim Özdenören Yeni Şafak

Akif İnan ve Urfa
6 Ocak, Akif İnan’ın ölümünün 6. yıldönümü… 6 Ocak 2000 tarihinde, o yılın Ramazan Bayramı arifesinde aramızdan ayrılmıştı…
Akif İnan, çok yönlü biriydi. Salt yazı ile yetinmek istemiyordu. Bir dava adamı olarak da eylemini koyma arzusu taşıyordu. Ama eylemci tarzını uzun süre baskı altında tuttu. Sanıyorum böyle davranmasında Nuri Pakdil’in etkisi olmuştur. Öte yandan edebiyatta ve şiirde kendisine belirlediği yol veya daha doğrusu kendisini onunla kısıtlı gördüğü sınırlar onun bir fışkırış halinde dışa vurmasına el vermiyordu. Bana öyle geliyor ki Akif kendini sürekli kayıt altında gördü ve öyle yaşadı. Dikkat edilirse onun şiir formu beyitler halindedir. Ve bu şiirler vezinlidir. Kendine seçtiği bu tarz onun fışkırışına elverişli olmadı. Akif İnan’ın bu tarz şiiri için mesnevi formunun uygun gelebileceğini düşünmüş ve kendisine niçin bir Yusuf ile Züleyha mesnevisi yazmadığını sormuştum. Bu fikri heyecanla karşıladı fakat yaşadığı gaileler bu mesneviyi gerçekleştirmesini önledi. Ölümünden sonra Yusuf ile Züleyha mesnevisini yazmaya başladığını söyleyenler olduysa da, kağıtları arasında bunlar bulunmadı. İnşallah kaybolmamıştır ve bulunur.
Akif İnan şiirinin başat özelliğini biçime riayet hususundaki dikkatinde arayabiliriz. Bu özellik bizi Maraş ile Urfa’nın farkını belirlemeye kadar götürür… (Onun, ana tarafından Maraşlı olduğunu hatırlayalım). Maraş, coğrafya olarak güzergâh üzerinde konumlanmamıştır. Urfa ise Maraş’a göre kozmopolittir, çevreye açıktır, güzergâh üzerindedir. Ur-fa’nın bu anlamda harikulâde zengin bir folkloru vardır. Urfa’da okuması yazması olmayan birinin bile Fuzuli’den, Nabî’den düzinelerce ezbere gazeller, kasideler okumasına şaşılmaz. Urfa’nın türküleri yalnızca bağlamayla değil, aynı zamanda ince saz eşliğinde icra edilir. Bu durum Urfa’nın halk şiiri ile divan şiirini, türkü ile şarkıyı nasıl meczettiğini gösterir. Akif bir Urfalı olarak böyle bir kültürün içinden çıkıp gelmişti Maraş’a. 17, belki en çok 18 yaşında Maraş’a geldiğinde (1958) şiirde, edebiyatta, fikirde bazı görüşler üzerinde karar sahibiydi.
Onun şiirinde belirli temaların başat olarak ele alındığını görüyoruz. Sevgi, ülke, protes-to, kabulleniş, reddiye, umut, ölüm, zaman, dostluk, tasavvuf, aşk onun belli başlı temalarını oluşturuyor. Ama bana öyle geliyor ki bütün bu temaları sadece aşk genel başlığı altında toplamak da mümkündür. Bu temaların hiç biri onun şiirinde tek başına kullanılmıyor. Fakat iç içe veriliyor. Böylece her bir şiir kendi içinde anlam katmanlarına yol açıyor. Bu şiirlere aşk şiirleri denebileceğini söyledim, fakat bu aşkın muhatabı okuyucu için meçhuldür. Bu muhatabın dünyalık bir sevgili olabileceğini düşünebileceğimiz gibi bunun bir mürşit olması da pekala mümkün görünüyor. Hatta bu sevgilinin doğrudan Resulullah olduğunu iddia etmemize de engel yok. Akif İnan’la Cahit Zarifoğlu şiirlerinin mukayeseli bir incelemesi için Alaeddin Özdenören’in Şiirin Geçitleri adını taşıyan kitabına bakılabilir (ki bu kitap da kendi alanında şimdilik tek başına duruyor).
Akif’in şiir külliyatında yer alan şiirlerin tümüne -birkaç istisna dışında- tek bir naat gözüyle bakmamız bile imkân dahilindedir. Nitekim bu şiirlerde dünyalık sevgili durağı ile tasavvufi sevgili durağı iç içe girmiş, birbiriyle buluşturulmuştur. Fuzuli de dahil birçok şair dünyalık sevgili durağını ilahi aşka geçişin bir basamağı olarak kullanmışlardır. Akif’in bu iki durağı, bu iki momenti aynı şiirin içinde buluşturmuş olması hem bu şiirlerin bir özelliği olarak öne çıkıyor hem de Akif’in şiirinin başarılı bir veçhesini sergiliyor.
Akif İnan’ın şahsiyeti yanında, onun derinlikli ve bir o kadar tevazu yüklü şiirinin zamana meydan okuyan çığlığını işitebilmek için sanırım biraz sabırlı olmak gerekiyor.